Son dönemlerde sosyal medya ve basın gündeminden düşmeyen bir dava, genç kız Azra’nın tacizcisini öldürmesiyle ilgili mesele üzerinden geniş bir tartışma alanı açtı. Ülkemizin adalet sistemi, bu davada bir kez daha sorgulanırken, Azra’nın avukatları genç ceza yasasının kendisine nasıl bir muamele edileceği konusundaki endişelerini dile getiriyor. Olayın detayları ve toplum üzerinde yarattığı etki ise oldukça tartışmalı bir hal aldı.
Geçtiğimiz yıl İstanbul’da yaşanan olayda, 16 yaşındaki Azra’nın hayatı, tatil döneminde bir akşam yemeği sonrası büyük bir değişim yaşadı. Genç kız, eve dönerken tanımadığı bir kişi tarafından takip edildi. Tacizci, Azra’ya fiziksel yaklaşımda bulunarak onu tehdit etti. Olayın ardından Azra, ailesiyle birlikte konuyu polise taşıdı. Ancak, yaşananlar karşısında polisin tutumu, genç kızı umutsuzluğa sürükledi. Birkaç gün içinde, azgın tacizcinin peşini bırakmadığını gören Azra, korkuyla geçirdiği günlerin ardından genç bir kadının en acı kararını verdi. Kendi yaşamını güvenli hissedebilmek ve korkularından kurtulmak amacıyla, tacizcisini öldürdü.
Olayın akabinde Azra gözaltına alındı ve mahkeme süreci başladı. Alınan ifadeler ve deliller sonucunda, sanığın Azra’yı defalarca rahatsız ettiği, mesajlarını gizlice kaydettiği ve açık bir tehdit oluşturduğu içerikler mahkemeye sunuldu. Ancak, toplumsal algı ve kamuoyu baskısı, Azra’nın ceza alıp almayacağını tartışmaya açtı. Adaletin nasıl bir biçimde tecelli edeceği konusunda Türkiye’nin dört bir yanından genç kadınlardan destek mesajları yağarken, Azra’nın avukatları davanın mahkemeden dönüşü ile ilgili pozitif bir çaba içerisinde olduklarını ifade etti.
Azra’nın davasıyla ilgili artan toplumsal duyarlılık, kadına yönelik şiddet ve taciz konularında yeni bir tartışma başlattı. Gerek sosyal medya platformlarında gerekse çeşitli sivil toplum kuruluşları aracılığıyla Azra’ya destek amaçlı kampanyalar düzenlendi. Bu durum, kadına yönelik şiddeti önlemeye yönelik yasaların ve uygulamaların yeterliliği konusunda ciddi sorgulamalara zemin oluşturdu. 'Beni kim koruyacak?' sorusu, yalnızca Azra’nın değil, birçok genç kadın ve kız çocuğunun da ortak kaygısı haline geldi.
Mahkeme sonucunda çıkan karar ise, gençlerin kendi hayatlarını savunma haklarının ne kadar sınırlı olduğunu gösterdi. Azra’nın ceza alması durumda, diğer kadınların benzer durumlarda nasıl bir tavır alacaklarına dair düşünceler hızla yayıldı. Genç kesimin kadın haklarına duyduğu hassasiyet, Azra’nın davasıyla birlikte daha da görünür hale geldi. Genç kadın hareketinin kimilerine göre güçlenirken, kimileri için ise tehlikeli bir örnek oluşturabileceği düşünülüyor. Sonuçta, Azra’nın davası Türkiye’deki adalet sisteminin kadına yönelik şiddet konusundaki tutumunu bir kez daha sorgulatıyor.
Geçmişte benzer vakalar, toplumun ahlaki algısının yanı sıra yasaların nasıl uygulanabileceği konusunda pek çok tartışmayı da beraberinde getirmişti. 'Kadınlar kendini savunabilmeli mi?' sorusu, yalnızca Azra için değil, birçok kadın için geçerli bir tartışma konusu haline geçti. Kapsamlı bir sosyal medya hareketi başlangıcı olan Azra vakası, genç neslin kendini ifade etme ve korunma hakkını savunma arzusu hakkında önemli bir adım olarak öne çıkıyor.
Sonuç olarak, Azra’nın davası, Türkiye’de kadın hakları, adalet sistemi ve toplumsal algılar üzerine önemli bir örnek teşkil etmekte. Mahkeme sonrası verilecek olan kararın ardından, bu gibi olayların önlenebilmesi için daha fazla önlem alınıp alınmayacağı, toplumun ve yasal otoritelerin atacağı adımlar ile beraber şekillenecek. Azra’nın hikayesi, yalnızca kişisel bir travmanın ötesinde, gelecekteki mücadelelerin ve değişimlerin de habercisi olabilir.